9'un karalığına inat, 10'un ışığı...


Güzel başlamıştı sene. Hayallerimin en büyüğüne erişebilmeme yalnızca sayılı aylar vardı. O kadar mutluydum ki, mizah dergilerindeki karakterler gibi ağzım burnum şekilden şekle giriyordu. Tek sorunum çalıştığım işimdi. Ben sadık bir insandım. Sadakatimi şirketime karşı her defasında göstermeme rağmen ne yazık ki aynı sadakati göremez hale gelmiştim. Nerden bilebilirdim ki bunun sadece şirket içi ilişkilerle sınırlı kalmayacağını. Bu sürece kadar yepyeni dostluklar edindim. Harika deneyimler yaşadım. İnsanlara yardım etmenin, birileriyle sevgi dolu şeyler paylaşmanın anlamını bir kez daha anladım. Gülmenin ve ağlamanın dibine vurduğum noktada, elimde olmayan sebeplerle ağlamanın güzelliğini tattırdı bana insanlar.

Sinirlenmek, ahlak boyutları, güven gibi pek çok kelimeyi sorguladığım bir yıl oldu. Bunun yanında pek çok şeyi öğrendiğim de bir yıl oldu. Aslında güven duygusu çok ince çizgilerle belirlenmiş, minik nüanslara sahip. Bunu anlamak ve algılamak biraz uzun sürdü. Yardım etmek ve insanlara sevgiyle yaklaşmanın da bir sınırı olması gerektiğini anladım. İnsan sadece kendiyle içli dışlı kalmalıymış, yoksa haddini aşan kendini bilmezler oluyormuş.

Hazmedememek duygusunu yıllar önce yaşadığımdan bazı insanlara sadece telkinde bulunabilirim. Zordur evet ama bu bilip öğrenmeden kimseye çamur atmaya benzemez. Bazı şeyleri bilmemek öğrenmemek kişinin kendisi için her zaman daha hayırlıdır. Demek ki ne yapılmalı: edeplice, sakince, sabırla beklenmeli…

Bu kadar şeyin üstüne elbette ki güzelliklerim de oldu hayatımda. Yepyeni arkadaşlıkların yanında (kimisi bitmiş olsa da), yüksek lisansımı bitirmenin keyfini yaşadım. Buna bu kadar sevinmemin nedeni; çook uzun süredir üzerinde çalışıyor olmamdı. Sonuna kadar destekçim olan biricik insan babamla olan bağlarımızı daha da sağlamlaştırdık. Sadakat sorunu yaşadığım iş yerimi yeni hedeflerimden dolayı terk ettim. Hayatım üzerine yepyeni kararlar alabilmenin ve artık insanlara karşı “hayır” ı kullanmanın keyfine doyasıya varıyorum. Kendini zeki sanıp, tehlikeli sıfatının yakıştırılmasını seven aptal kadın ve erkeklerden kurtuldum. Boş insan müdiresi/müdürü sıfatının yakıştırmasını şimdi daha da kavradım. Bu müsveddeleri hayatıma sokan kişilerden de kurtuldum bir yandan. Sıfırdan başlamak bu olsa gerek.

Getirdiklerinden çok götürdükleriyle anacağım 2009’u. 2010’u, sıfır çıtasını yükseltmek için harika bir yıl olacağını düşünerek huzurla kucaklıyorum.

Cat's Meow

Ringling Koleji Sanat ve Tasarım Bölümünde okuyan Jorge Garcia tarafından, tez çalışması olarak sunulan bu animasyone bayılacaksınız.

Müzik: Brian Weitzeil
Ses Tasarım: Steven Piperno
Kişisel Sitesi için: jorgegarciaart.com
Blogu için: animatorjay.blogspot.com /

Cat's Meow from Jorge Garcia on Vimeo.

Tavşanın İntikamı

Rambo 2 :) Öcünü fena alır. Gerçekten çok eğlenceli. Vaktinizi muhakkak ayırın:)

Kick Knack

Çok eğlenceli bir kısa çizgi film.

Ay Savaşçısı- Sailormoon


Orjinal Adı: Seeramuun
İngilizce Adı: Sailor Moon
Türkçe Adı: Ay Savaşçısı
Yayınlandığı Kanal: TRT, ATV
Yapıt: Manga ve Anime
Tür: Shoujo-manga Anime
Bölüm Sayısı: 5 Sezon 200 Bölüm
Manga Bölüm Sayısı : 18 Ciltte 52 Bölüm
OVA / Movie Sayısı: 3
Serinin Başlama Tarihi: 1992
Serinin Bitiş Tarihi: 1997
Çizer: Naoko Takeuchi

Toplam 5 anime sezonu vardır. Bu sezonlar toplam 200 anime bölümünden oluşur. 1992-1997 yılları arasında ilk gösterimlerini yapmıştır. Sailor Moon 200 bolumu, 3 tane sinema filmi, sayısız özel şovu, yüzlerce kitabı, 18 cilt manga'sı ve ayrıca gerçek aktörlerin oynadığı Alman ve Japon müzikalleri olan, Japonya'da izlenme rekorları kırmış, internette yüzbinlerce websitesi olan ve dünyada en az 40 ülkede yayınlanmış çok popüler bir Japon çizgi filmidir.

Konusu temel olarak bir grup savaşçının dünyayı evrendeki kötü güçlerden korumak için verdikleri savaştır. Bu savaşçıların her biri gücünü güneş sistemindeki bir gezegenden, uydudan veya asteroidden almaktadır. Sailor Moon konularına göre 5 sezona ayrılmaktadır: Klasik, R, S, SuperS ve Stars. Her sezonda farklı bir düşmana karşi savaşılmakta ve farklı bir konu işlenmektedir.

1-46: Sailor Moon (Sailor Moon Classic)

Usagi, ortaokula giden sakar, sulugöz, sevimli, neşeli sıradan bir kızdır. Bir gün Luna adında bir kedi ile karşılaşır ve bu karşılaşmadan sonra hayatı değişir. Luna onu bir gezegen savaşçısı yapar. Amacı prensesi bulmak ve onu korumaktır. Ayrıca gümüş kristali de bulmalıdır. Gümüş kristali arayanlar yalnız onlar değildir. Kötü güçleri barındıran Karanlık Krallık'ta onu aramaktadır. Ve bunun için dünyaya savaşçılarını yollayarak hem enerji elde etmek hem de gümüş kristali aramaya çalışırlar. Ayrıca Smokinli Şovalye adlı bir savaşçı da gümüş kristali aramaktadır. Ne Usagi'nin tarafında ne de düşmanın yanındadır ilk başlarda. Diğer 4 gezegen savaşçısının da ortaya çıkmasıyla büyük savaş başlar. Bunlar Sailor Mercury, Sailor Mars, Sailor Jupiter ve Sailor Venus. Finalde Ay savaşçısı kristali kullanır ve sezon sona erer.

Bölüm 47-89: Sailor Moon R / Romance / Return

Bu sezon iki bölümden oluşur. İlk bölümde Ail ve Ann adında iki yabancının dünyaya yerleşip kendi hayat ağaçlarını canlı tutabilmek için diğer canlıların enerjilerini çekerler. Diğer bölümde Chibi-Usa adlı küçük bir kız gelir ve gümüş kristali bulup geleceğe dönmek ister. Annesini kurtarmanın tek yolu bu olduğunu düşünür. Usagi ve Mamoru'nun geleceğinin ne olacağı bu bölümde görülür.

Bölüm 90-127: Sailor Moon S


Bu sezonda Firavun 90 adlı düşman Kutsal Kupa'yı ele geçirerek dünyayı ele geçirmek istemektedir. Kutsal Kupa'yı meydana getirense üç tılsımdır. Üç tılsım da temiz yürekli 3 insanın içinde bulunmaktadır. İç savaşçıların yanısıra dış gezegen savaşçıları da bu bölümde görünür. Dış gezegen savaşçılarının amacı üç tılsımı bulup Kutsal Kupa'yı düşmandan önce bulmaktır. Usagi'nin gayretine rağmen iç ve dış gezegen savaşçıları görevleri yüzünden iyi anlaşamazlar. Ayrıca Chibi-Usa ailesinden izin alarak savaşçı eğitimi almak için gelecekten gelmiştir. Finalde tılsımlar Sailor Neptune, Sailor Uranus'un kalp kristali ve Sailor Pluto'nun asasındadır. Ayrıca Saturn de savaşçılara katılmaktadır.

Bölüm 128-167: Sailor Moon Super S



Kraliçe Nehelenia uykusundan uyanmış ve ay tutulması esnasında dünyaya gelmiştir. Ölü Ay Sirki kendi savaşçılarıyla birlikte saklandıkları üsleridir. Nehelenia, Pegasus'un altın boynuzu ele geçirerek dünyaya hükmetmek ve Prenses Serenity'nin mahvolduğunu görmek istemektedir. Pegasus, yüreği temiz duygularla olan ve harika bir dileği olan bir insanın içinde düşler aynasında gizlidir. Düşler aynası ise iç gezegen savaşçılarından birindedir. Ayrıca Chibi-Usa'nın kedisi Diana'da onun yanına gelir.

Bölüm 168-200: Sailor Moon Stars

Sailor Moon'un son sezonu. Chibi-Usa geleceğe gitmiştir. Mamoru'da Amerika'da öğrenim görmek için gitmiştir. Usagi'nin arkadaşları yanında olmasına rağmen yalnız kaldığını hissediyordur ve işin kötü yanı Mamoru'dan haber alamıyordur ve bunu da arkadaşlarına söylemez. 3 Işık adlı pop şarkı grubu Usagi'lerin okuluna kayıt olurlar. Hatta Usagi ile aynı sınıfa düşerler. Bu sezonda en güçlü düşman olan Galaxia vardır. 3 ışık grubu da kendi gezegenlerini yok etmiş olan bu düşmana karşı savaşmaktan bir yana kendi prenseslerini bulmaya gelmişlerdir. Galaxia'nın amacı tüm değerli yıldız tohumlarını ele geçirerek kainata hükmetmektir. Duygusal temaların fazla işlendiği, çizim açısından çok beğenilen bir bölüm. Super S hikayesini tamamlar Chibi-Usa 30. Yüzyıla gider. Mamoru ise Amerika'ya gitmek zorunda kalır ve bir daha haber alınamaz. Yeni düşmanları Sailor Galaxia tarafından gezegenleri ele geçirilen 3 savaşçı prenseslerini bulmak için dünyaya gelir. Three Lights adlı müzik grubunda söyledikleri şarkılarla prensesi ararlar. Finalde Sailor Galaxia kurtulur.


Usagi Tsukino'nun anlamı 'Aydaki Küçük Tavşan'dır. Usagi ve Tsukino gerçek isim ve soyisim olarak Japonya'da kullanılır ve Japon çocuklar için özel anlam taşır.
Japonca: Tsukino Usagi
Anlamı: Ay Tavşanı
Kuzey Amerika: Serena Tsukino

Anlamı: Sakin (İngilizce) Japonca: Mizuno Ami
Anlamı: Suyun Dostu
KA: Amy Anderson


Anlamı: Sevilen Kişi (Eski Fransızca) Japonca: Aino Minako
Anlamı: Aşkın güzelliği ile sarılmış
KA: Mina Aino

Anlamı: İlk doğan kız çocuğu (Siouan) Japonca: Hino Rei
Anlamı: Ateşin Gücü
KA: Raye Hino

Anlamı: Koyun (Ewe - İbranice - Rachel'den) Japonca: Kino Makoto
Anlamı: Ağaçların bilgesi
KA: Lita Kino

Anlamı: Meyve Bahçesi (Orchard -İbranice - Carmel/Carmelita'dan) Japonca: Tomoe Hotaru
Anlamı: Dünyanın ateşböceği
KA: Hotaru Tomoe

Anlamı: Dünyanın ateşböceği Japonca: Tenoh Haruka
Anlamı: Uzak Gökyüzü Kralı
KA: Amara Tenoh

Anlamı: Ölümsüz (Latince) Japonca: Kaiou Michiru
Anlamı: Olgun Okyanus Kuralcısı
KA: Michelle Kaiou

Anlamı: Tanrıya benzeyen (İbranice - Michael'den) Japonca: Meioh Setsuna
Anlamı: Zamanın Karanlık Kuralı
KA: Trista Meioh


Anlamı: Üzgün (Frnsızca - triste dünyasından) Japonca: 'Chibi Usa'
Anlamı: Küçük Tavşan
KA: Rini

Sailor Chibi Chibi - Chibi Chibi
Japon Adı: Chibi-Chibi,
Anlamı: Küçük Küçük (Ufaklık)

Anlamı: Saf Japonca: Chiba Mamoru
Anlamı: Dünyanın Koruyucusu
KA: Darien Sheilds

Luna (Siyah Kedi): Usaginin en iyi arkadaşıdır. Onu hiç yalnız bırakmaz. Usagi ne zaman tereddüt etse, savaştan korksa luna ona güç verir.

Artemis (Beyaz Kedi): Minako'nun kedisidir. Daha ilk bölümlerde Luna ile gizli görüşmeleri ile belirir ama daha sonradan o olduğu ortaya çıkar.

Diana (Gri Küçük Kedi): Luna & Artemis'in gelecekten gelen kızıdır. Bir yavru kedi. Bunu ilk duyduklarında Luna ve Artemis şaşırmışlardı.

Sailor Star Fighter - Seiya Kou
Anlamı: Yıldız Oklarının Işığı

Sailor Star Maker - Taiki Kou
Anlamı: Büyük Gökyüzü Işığı


Sailor Star Healer - Yaten Kou
Anlamı: Gece Gökyüzü Işığı

Prenses Kakyuu
Star Lightsların aradıkları prensestir.

Herhalde benim gibi birçoğumuz izledik bu introyu. İzlerken hala heyecanlanıyorum ve çok gülüyorum bu çizgi filme...

Paulo Coelho ve Mango?

Paulo Coelho ve Mango? Ne ilgisi var bu iki markalaşmış ismin birbirleriyle diyorsunuz biliyorum. Çok anlamlı ve sıradışı bir proje bu iki markanın yollarını kesiştirmiş. Mango bu yıl high street markaları için hazırladığı koleksiyonunda bir farklılık yaratmış ve dünyanın en etkili çağdaş yazarlarından bir olan ve kitapları 160 ülkede satılan Paulo Coelho'nun altı özlü sözünü altı farklı tshirte basmıştır. MANGO & Paulo Coelho mini koleksiyon birçok MANGO mağazalarında dünya çapında satışa sunulmuştur. Bizde 37 TL, yurt dışında 15 Euro'dan satışa sunulan tshirtlerden elde edilen gelir The Paulo Coelho Institute'ye bağışlanacak. The Paulo Coelho Institute, mali kaynakları yalnızca yazarın telif haklarından elde ettiği gelirleri içeren ve kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Kaynaklarını çocuklar ve yaşlılar için kullanıyor.

İnsani değerleri temel alan mesajlar içeren bu tshirtler bir kitap cildini çağrıştıran özel bir pakette satışa sunulmuş. Oldukça güzel ve farklı bir pazarlama tekniği diyebilirim. Hiç görmemiş olsam da tsirtleri beğendim ben ya da vecizleri mi demeliydim acaba?

Muhteşem Çalışmalar

Her ikisi de başarılı çalışmalar...

Barışı ve kültürü ülkeler arasında yaymayı amaçlamış bir organizasyon..



Doğa sorunlarının evrenselliği ile müziğin evrenselliğini bir noktada buluşturuyor.

Lady Georgie

Yanılmıyorsam TRT’de yayınlanıyordu. Şeker Kız Candy’e benzerliği yüzünden ve cinsel içerikli bölümlerin olması sebebiyle çoğu kişinin izlemediğini hatırladığım bir çizgi filmdi. Değme dizilere taş çıkartacak bir konuya sahip olan Georgie kesinlikle izlenilmesi gereken çizgi dizilerden biri olduğunu düşünüyorum.

Babası sürgünde olan Georgie, Avustralyalı bir çiftçinin onu nehirde bulmasıyla hayata başlıyor. Kolundaki annesi tarafından takılmış olan bilezik yıllar sonra babasını bulmaya yarayacak. Georgie’yı evlatlık alan yoksul ailenin iki oğlu vardır: Abel ve Arthur. Georgie yıllar geçtikçe serpilip güzelleşir ve bu iki üvey abisinin kalbini çalar. Oğullarının Georgie’ya aşık olduğunu fark eden anne çaresizdir. Ailenin büyük oğlu yakışıklı Abel (ki bu dönemde kızlar arasında konuştuğumuzda Abel favorimizdi:))
Georgie’ya olan aşkından denizci olmaya karar verir ancak dayanamayarak bir yıl içinde geri döner ve Georgie’ya açılır. Anne ise bu duruma çok sinirlenerek Georgie’ya kendisinin evlatlık olduğunu söyler ve evden kovar. Bu kadar acıya dayanamayan Georgie kendini nehre atar ve ailenin küçük oğlu Arthur onu kurtarır. Georgie’nın durumu oldukça kötüdür ve bu diziyi izleyenlerin sanırım ilk aklına gelen sahne burada yaşanır. Arthur, Georgie’yı soyarak beden ısısıyla onu iyileştirmeye çalışır. İyileşen Georgie aşık olduğu, saçları gözünden hiç çıkmayan ve izlerken sinir olduğum İngiliz Lordu Lowell’a kavuşmak için erkek kılığında bir denizci olarak şehri terk eder.

Lowell’la kavuşan Georgie ciğerlerinden hasta olan Lowell’ın iyileşmesi için ailesine geri dönmesine göz yumar ve Lowell’i terk eder. Lowell’sa Georgie’yı hem sevecek, hem de kendisini terk ettiği için ondan nefret edecektir. Bu dönemde Georgie babasını bulur ve iyi bir yaşama kavuşur. Ancak Lowell’ı unutamaz ve eski evine, üvey ağabeylerinin yanına geri döner.

Hatırlamadığım birçok nokta var. Babasıyla o bilezik sayesinde nasıl tekrar görüştüğünü ve kendisine miras kaldığını hatırlıyorum ancak parçalar yerine oturmayınca konuya dahil etmek istemedim. Filmin sonunda da Abel ile birlikte olduklarını düşünsem de, Abel’i beğendiğimden çocukluk hafızamın ve hayal gücümün bana oyun oynayabileceğini düşünüyorum:)

Şeker Kız Candy


Çocukluğumun önemli çizgi filmlerinden biridir. İlkokuldayken okuldan koşarak çıkar, filmi kaçırmayayım diye, sırtımdaki onca kitabın olduğu çantaya aldırmadan koşardım.

Önce TRT, sonra Star Tv ve Show Tv'de yayınlanan Candy'nin Türkiye'de bir türlü sonunu getiremediler ve benim gibi bir çok çocuğun tek eğlencesi ve hayalleri filmin absürd bir yerde kalmasıyla son buldu. Ancak yaptığım araştırmalar ve şu anda kaynağını hatırmadığım bir siteden okuduğum kadarıyla, çizgi filmin iki yaratıcısı arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucunda film durdurulmuş, açılan dava sonucunda da yaratıcalardan biri filmi devam ettirmiş. 1976 yapımı olan orginal adı "candy candy" olan bu anime 115 bölüm çekilmiştir.

Filmin yayınlanmayan sonuyla beraber özeti şöyle:

Kuzey Amerika’da Michigan gölünün güneyindeki bir yetimhanede, yetimhaneden sorumlu Bayan Pony ve Rahibe Maria yetimhanenin önüne bırakılmış iki bebek bulurlar. Bunlar Candy ve Annie’dir. Yıllar sonra Annie varliklı bir aile olan Brighton’lar tarafından evlat edinilir. Annie, yetimhanede büyüdüğünün kimse tarafından bilinmesini istemediğinden Candy'e artık görüşemeyeceklerine dair bir mektup yazar. Aynı gün İskoçya’nın yerel kıyafetlerini giyinmiş, gayda çalan ve kendisinden birkaç yaş büyük bir çocukla karşılaşır. Kısa bir süre konuşurlar ve yabancı birden gözden kaybolur. Bu Candy’nin ilk aşkıdır ama onun kim olduğunu bilmez ve ondan geriye sadece bir çeşit madalyon kalmıştır. Onu “tepedeki prens” olarak adlandırır.

Varlıklı Andrey ailesinin bir üyesi olan Bay Leagon kızı Elisa’ya arkadaşlık etsin diye Candy’yi Pony’nin evinden aldırır ve evlerine getirtir. Ancak Elisa ve kardeşi Neil Candy'le anlaşamazlar ve Bayan Leagon Candy'i Elisa ve Neil'in hizmetçisi yapar. Bu arada Candy, Elisa’nın kuzenleri Stear, Archie ve Anthony’yle tanışır.Anthony’yle arasında güzel bir aşk başlar fakat Elisa’da Anthony’ye aşıktır. (Aslına bakılırsa o dönemde sanırım Antony'e aşık olmayan kız, yine Antony'e gıcık olmayan erkek çocuğu kalmamıştır:)) Ayrıca Candy Albert adında hayvanları çok seven, kimsesiz ve evi olmayan bir yabancıyla karşılaşır ve onunla iyi arkadaş olurlar. Stear, Archie ve Anthony’nin isteği üzerine Bay William Candy'i evlat edinir. Bir gün, Candy’nin şerefine bütün Andrey’lerin toplandığı bir av partisi düzenlenir. Anthony’nin atı tilkiler için hazırlanmış bir av tuzağına basar ve Anthony attan düşüp ölür. Candy bu olayın şokunu bir türlü üzerinden atamaz ve Pony’nin evine dönmeye karar verir. Bu olay hafizamda o kadar derin yer etmiştir ki, günlerce ağladığımı bilirim.:)

Bay William’ın emriyle, Candy Londra’ya gönderilir. Orada Stear, Archie, Elisa ve Neil’la birlikte Saint-Paul okulunda okumak zorundadır. Yolda, kendisiyle aynı gemide bulunan Dük Grandchester’ın oğlu Terry’yle tanışır.Sürekli tartışan bu ikili bir süre sonra birbirlerine aşık olurlar. Bu arada, Annie’nin Pony’nin evinde büyüdüğünü herkes öğrenir ve Annie Candy’den özür diler. Böylece, okulda tanıştıkları Patty’yle birlikte iyi bir üçlü kız grubu olurlar. Ancak Elisa’da Terry’ye aşık olmuştur ve Candy’yi okuldan uzaklaştırmak için bir tuzak hazırlar: birbirleriyle gizlice geceleri buluştuğunu söyleyen Elisa Candy’yi okuldan attırmak ister. Terry buna izin vermez ve Candy’nin okulda kalabilmesi için kendisi okulu terk edip Amerika’ya gider. Bir süre sonra, Candy’de okuldan kaçar ve Terry’nin peşinden Amerika’ya gider.

Bir süre Pony’nin evinde kalır ve daha sonra hemşire olup Chicago'ya yerleşir. Orada 1. dünya savaşının başlaması nedeniyle Amerika’ya dönen Stear, Archie, Annie, Patty ve daha sonra Elisa ve Neil ile karşılaşır. Bu arada, Terry’nin de tıpkı annesi gibi çok başarılı bir tiyatro oyuncusu olduğunu öğrenir. Candy’nin hemşire olduğunu ve hangi hastanede çalıştığını öğrenir.

Bir gün hastaneye ağır yaralı bir hasta getirilir. Bu Albert’tır ve hafızasını kaybetmiştir. Afrika’dan ayrılırken bindiği trene koyulan bir bomba patlamış ve O da ağır yaralanmıştır. Candy, ona yardımcı olabilmek için onunla aynı evde yaşamaya başlar. Bu arada Terry, Candy’ye Romeo ve Jüliet oyunu için bilet yollamıştır. Terry Romeo’yu, ona aşık olan Susanna’da Jüliet’i oynayacaklardır. Ancak oyunun provaları sırasında bir kaza olur: ışıklardan biri Terry’nin üzerine düşeceği sırada Susanna Terry’nin hayatını kurtarabilmek için onu iter ama kendisini kurtaramaz ve ışığın altında kalır. Tek bacağını kesmek zorunda kalırlar. Candy, New York’a geldiğinde olayı öğrenir ve Terry’yi Susanna’ya bırakıp Chicago’ya döner.

Neil Candy’yi sevmeye başlamıştır ve onu elde etmeyi aklına koymuştur. Elisa ve annesi başlangıçta karşı çıkarlar ancak sonra Andrey’lerin mirasına konup Candy’yi sonra başlarından atacaklarını düşünürler ve Neil’a yardım etmeye karar verirler. Önce Elisa, Candy’nin şehirdeki bütün hastanelerde çalışmasını engeller. Buna rağmen Candy, bir adamın yanında çalışmaya başlar. Bu arada, Albert’ın hafızası yerine gelmiştir fakat bunu Candy’den saklamaya karar verir. Komşular Candy’ye ağabeyi zannettikleri Albert hakkında kötü şeyler söylerler: onun takım elbiseli esrarengiz adamlarla buluştuğunu iddia ederler. Candy onların dediklerine aldırmaz ancak Albert bunları duyunca evi terk eder. Bu arada savaşa katılmaya giden Stear’ın ölüm haberi gelir. Buna özellikle Patty ve Archie çok üzülürler.

Ailenin önemli kişilerinden Bayan Elroy Candy’ye Neil’la evlenmek zorunda olduğunu, bunun Bay William’ın emri olduğunu söyler. Candy bunu kabul etmez ve Bay Willian'la konuşamaya gider. Candy, Bay William’ı gördüğünde çok şaşırır çünkü O aslında Albert’ın ta kendisidir. Ailenin vaktiyle tek erkeği olduğu için Albert aile reisidir ancak yaşı çok küçük olduğu için Bayan Elroy onu saklama kararı alır ve herkesin onu çok yaşlı ve meşgul bir adam olarak tanımasını sağlar. Olayı anlatan Candy, Albert'in kabul etmemsiyle Neil'le evlenmekten kurtulur.

Sonunda Candy ve arkadaşları Pony’nin evinde toplanır. Candy prensini gördüğü tepede Albert’ı görür ve onun o prens olduğunu anlar.

Geceleri Candy baskılı çantam ve yapıştırmalarımla uyurdum. Bir çizgi filmin hayalimde bu kadar yer edebileceğini bilmezdim. Sonunu Türkiye'de de yayınlanmasını isterdim.:)

Candy'nin yıllarca ezberlemeye çalıştığım introsu :)



sobakasu nante, ki ni shinai wa
hana-pecha datte datte datte, oki ni iri
otenba itazura daisuki, kakekko sukippu daisuki
watashi wa watashi wa, watashi wa candy

hitoribocchi de iru to, choppiri samishii
sonna toki kou iu no, kagami wo mitsumete

waratte waratte, waratte candy
nakibesou nante sayonara ne, candy candy

sutairu nante, ki ni shinai wa
futoccho datte datte datte, kawaii mon
nage-nawa ki-nobori daisuki, kuchibue oshaberi daisuki
watashi wa watashi wa, watashi wa candy

sora wo miagete iru to, choppiri samishii
sonna toki kou iu no, hoppe wo tsunette

waratte waratte, waratte candy
nakibesou nante sayonara ne, candy candy

ijiwaru sarete mo, ki ni shinai wa
warukuchi datte datte datte, heccharayo
keeki ni kukkii daisuki, midori no doresu mo daisuki
watashi wa watashi wa, watashi wa candy

hoshi wo kazoete iru to, choppiri samishii
sonna toki kou iu no, uinku shinagara

waratte waratte, waratte candy
nakibesou nante sayonara ne, candy candy

Hayal Gücü- Mei, Totoro ve yaratıcısı Miyazaki


Uzun süredir MSN avatarımı işgal eden bu sevimli kızla tanıştırmak istiyorum sizi. İsmi Mei Kusakabe. Komşusu Totoro'yu uzun yıllardır tanımama rağmen, hafızam Mei'yi tamamem silmiş son bir kaç ay öncesine kadar. Şimdiyse bir çok sosyal platformda çeşitli yüz ifadeleriyle avatarımı süslüyor.

Komşum Totoro, orijinal ismiyle Tonari no Totoro, 1988 yılında Hayao Miyazaki tarafından yazılıp yönetilmiş, Studio Ghibli yapımı bir Japon animasyon filmdir. Hastanede yatan annelerine yakın olabilmek için baba Tatsuo Kusakabe, büyük kız kardeş Satsuki Kusakabe ve minik kahramanımız Mei Kusakabe eski usul Japon evlerinden birine taşınırlar. O kadar gerçekçi uyarlanmış ki, sanki o eve siz taşınmışsınız gibi hissediyor, karanlık odalarda Mei yerine siz geziyormuş gibi hissediyorsunuz. Kısa süre sonra minik kızkardeşler toz bulutu tavşanları denilen orman cinlerini görmeye başlar onun arkasından da büyük orman cini Totoro'yu görürler. Annesinin rahatsızlandığını öğrenen 4 yaşındaki minik Mei annesine gitmek için evden kaçar ve onu bulmaya çalışan 11 yaşındaki abla Satsuki'ye yardım eden dev Totoro'nun hakiyesini anlatmaktadır. Bu anime ülkemizde, Japon Animasyon Günleri, 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali, 9. Uluslararası Eskişehir Film Festivali ve Japon Çizgi Film Günleri kapsamında gösterilmiştir.




Hayao Miyazaki,bir çok uzun metrajlı animeye ve Japonya'da manga olarak adlandırılan çok sayıda çizgi romana imza attmıştır. Eserleri Japonya'da olağanüstü ilgi ve saygı gören Miyazaki, Oscar Ödülü'nü kazandığı 2002 yılına kadar çizgi film çevreleri dışında batıda pek tanınmıyordu. Kendisine sadece bu ödülü getirmekle kalmayıp bir ilkede imza atmasını sağlayan Ruhların Kaçışı filmi Berlin Film Festivalinde ödül alan ilk animasyon filmidir. Yanılmıyorsam geçtiğimiz yıl TRT 1'de izlediğim bu anime daha ilk dakikasından içine çekmeyi başarmıştı beni. Muhteşem bir kurgu ve görüntüler mevcut filmde. Böyle bir hayal aleminde yaşayan Miyazaki'yle gerçekten tanışmak isterdim. Ülkemizde de yine çok bilinen bir çizgi film olan Heidi'nin yapımcısı olarak tanınmaktadır Miyazaki. Daha sonra Stüdyo Ghibli'yi kuran Miyazaki eserlerini burada hazırlamaya başlamış ve bu stüdyo aracılığıyla hayranlarına ulaştırmıştır. Miyazaki'nin film listesi:

- the castle of cagliostro (1979)
- nausicaa of the valley of the wind (1984)
- castle in the sky (1986)
- my neighbor totoro (1988)
- kiki’s delivery service (1989)
- porco rosso (1992) (bizde yok)
- princess mononoke (1997)
- spirited away (2001)
- howl’s moving castle (2004)

Mei'nin üç boyutlu yüz ifadelerini görmek için buraya lütfen.

Kalan filmleri de izlemek şart oldu...

Nefretlerim-Sevdiklerim

Nefretlerim

* Kişilik bozukluğu olan insanlardan nefret ediyorum. Bir dedikleri bir dediklerini tutmuyor. Söz verip, yerine getirmedikleri yetmiyormuş gibi, üstüne üstlük pişkinlik yapıp türlü yalanlar uydurabiliyorlar. Bunlar hayatımın ruh hastaları başlığı altında irdelediğim sayılı kişilerdendir.

* Kadirşinas kelimesinin anlamını kavrayamamış insanlardan nefret ediyorum.

* Yere tüküren hanzolardan nefret ediyorum. Ha bir de sosyalleşmeye çalışan yalaka-sosyal hanzolar var ki, sanırım çevreye manuel hanzolardan daha fazla rahatsızlık veriyorlar.

* “İnsanlar beni anlamıyor” diyen insanlardan nefret ediyorum. Bre zavallı insan, demek ki kendini anlatamamışsın, ya da sen bu dünyadan değilsin. Yaşam felsefene bir bak, çevrende sevdiklerinden çok nefret edenlerin varsa yanlış dünyadasın dostum.

* Büyümüş de küçülmüş veletlerden nefret ediyorum. Her şeyi bilmemeleri gerek. Çocuk çocukluğunu, adam adamlığını, hayvan da hayvanlığını bilecek ama.

* Nisbet yapan insanlardan nefret ediyorum. Bak ben de şu var, bak sen şunu yaptın üstüne al işte ben de bunu yaparım diyen akıl fakirlerinden koru beni Tanrım!

* Kıyaslanmaktan nefret ediyorum. Şunun kızı şöyle olmuş da, şunun sevgilisi şöyle yaşıyormuş da. Bak onlar nişanlıymışlar da ama beraber yaşıyorlarmışlar da, bak şu kadın bir erkekle yaşıyabiliyormuş da. Lan godoş, bana ne be kimin ne yaptığından, ben kendi bildiklerimle bu güne gelip ahlaklı kalabildiysem, demek ki bana söyleyenlerin bir hayatına bakmaları gerek. Bu da insanların empati yeteneğinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor.

* Bak şunun oğlu mühendis, bak şunun oğlu doktor… Seni görmeye gelmek istiyorlar… gibi saçma düşünceleri kabul edeceğimi düşünen zihniyetten nefret ediyorum. En azından işin iyi yönünden bakarsak, beni ne doktorlar, mühendisler, avukatlar istedi diyebileceğim

* Yargısız infaz yapanlardan nefret ediyorum. Kardeşim bir dinle karşındakini, senin de duymak isteyeceğin şeyleri söyleme fırsatı ver bir. Birkaç dakika kaybetmen kocaman bir dost ya da her neyse kazanmana neden olacaktır.

* İkili ilişkilerde üçüncü kişiyi araya karıştıranlardan nefret ediyorum. Ya gidin kendi başınıza yaşayın. “el ele kavga etmeyi” becerin.

* Kıskanç insanlardan nefret ediyorum. Allah’a şükür ki hiçbir zaman hislerim de yanılmadım. Kıskanç bir insan atfetmedim kendimi hiç. Ancak, bazı körü körüne kıskananlar var ki, olur olmadık kişilere iftira atmayı makul görüyorlar. Anlamadığım tipler.

* Borcuna sadık kalmayan insancıklardan nefret ediyorum. Bu maddi borç da olabilir, manevi borç da. Sanırım manevi borç dediğim nankörlüğe giriyor. Hoş maddi borcu da takıp giden nankör sıfatını alabilir.

* İnsanları süzen ve kilosu, boyu, orası burasıyla dalga geçen insanlardan nefret ediyorum. Yahu senin bir gün öyle olmayacağın garanti mi? Bırak o, o haliyle barışık ya da değil ama bunu sorgulamak, baştan aşağı süzmek sana düşmez. Kendine inatla baktıranları ayrı kefeye koyuyorum. Fazla büyümüş yerlerine daracık kıyafetler giyip, lömbür lömbür dolaşmaları fazlaca rahatsız ediyor.

* Gereksiz tartışmalara girenlerden nefret ediyorum. Laf ebeliği yaptığını sanıp, gereksiz kalp kıran insanları anlamıyorum.

* Kontrolsüz sinirden nefret ediyorum. Arada ben de yapıyorum ama. (öz eleştiri)

* Alkolizmden nefret ediyorum. Bu yüzden, neredeyse dünyanın en iyi babasını kaybetmek üzere olan bir evlat olarak, bu konuda savaş veren her yere desteğimi sunuyorum.

* Ne söylediğinin farkında olmayan tiplerden nefret ediyorum. Aptal insana tahammül edemiyorum ve onlarla iletişim kuramıyorum.

* Arada peydah olan öksürükten nefret ediyorum. Sigarayı bırakma zamanı geldi sanırım.

* Sakız çiğneyen erkekten nefret ediyorum. Hele bir de cakkıdı cakkıdı çiğniyorsa vur ağzına bir tane.

* Kolye, künye vb takılar takan erkekten de nefret ediyorum. Saçlarını boyatan erkeğe ise hiç tahammülüm yok. Bel çantası takanları ise iğğ söyleyemeyeceğim

* Türlü kız tavlama sanatı geliştiren erkeklerden nefret ediyorum. Açıkça söylemek bu kadar mı zor? Komik olduklarının farkında değiller sanırım.

Sevdiklerim

* İnsanları seviyorum. Her ne kadar bazılarının içinde kötülük olsa da onlar olmasaydı sanırım iyilerin değerini anlayamazdım diyorum.

* Gülmeyi seviyorum. Kahkaha atmanın bünyeme iyi geldiğini düşünüyorum. Sanırım herkes için böyledir.

* Ufak şeylerden mutlu olmayı seviyorum. Hayatta değer verilecek çok şey var. İş onlara değer atfetmekte.

* Kendi kendimle eğlenmeyi seviyorum. Ne kadar kötü şey yaşamışsam, bir şekilde yaptıklarımın sonucu olduğumu biliyorum. Pişmanlık duymaktansa olaylara eğlenerek bakmak bana iyi geliyor.

* Yazı yazmayı seviyorum. Betimleme yeteneğimin farkında olduğumdan kırk sayfada bir yaprağın düşüşünü betimleyebilen Yaşar Kemal’in bu ünvanını almak istiyorum.

* Yardım etmeyi seviyorum. Hasta ve düşkün insanlara olan zaafıma engel olmak istemiyorum hiç.

* Dozunda kaldığı sürece eğlenmeyi seviyorum.

* Lüzumsuz şeyleri de dahil ederek bir çok şeyi aklımda tutabilen hafızamı seviyorum. Böylelikle özel günlerde, hesaplamalarda, tanıştığım insanlarla ne konuştuğum konusunda, yüzlerde ve isimlerde ve hatta telefon numaralarında zorluk çekmiyorum.

* Zekamı seviyorum. İletişim zekamın kuvvetli olduğunu düşünüyorum ancak sayısal zekam için aynı şeyi söyleyemiyorum.

* Çok uçuk da olsa kimisi, hayallerimi seviyorum. Ne olursa olsun bu yeteneğimin hiç kaybolmadığını görüyorum. Hayal gücümün kuvvetliliğinden olsa gerek mantıklı rüyalar hiç göremiyorum.

* Simetri hastalığımı seviyorum. Bu kimi zaman insanları rahatsız etse de ben bununla yaşamayı seviyorum. Askıların aynı yöne bakması, cd lerin kapaklı olması, benzer konulardaki kitapların bir rafta toplanması, kıyafetlerin mevsimseli geçip ay ay ayrılması, aynı süsten iki tane olması…

* Alışveriş yapmayı seviyorum. Kıyafet ve ayakkabı tutkum hat safhaya ulaşsa da beni iyi hissettirmesi yeterli oluyor.

* Fotoğrafları seviyorum. Ayrıntıları gösteren aynalardır benim için. Elimden geldiğince çok fotoğraf çekip, olanları da arşivleme çabam vardır hep.

* Denizi seviyorum. Beni çok dinlendiriyor bir çok insan da olduğu gibi. Sabah saatlerinde denizi izlemeyi seviyorum.

* Yeni insanlar tanımayı ve onlardan yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum. Biliyorum ki herkesin yaşanmışlıkları birilerine ders olur nitelikte.

* Gezmeyi, yeni yerler görmeyi seviyorum. Bir gün sırt çantamı alıp deniz kokan bir kasabaya gitmeyi, oranın yerlileriyle kasaba meyhanesinde fasıl-rakı-balık keyfine varmayı, geceyi bir teknede geçirmeyi, tarihi yerlerini görmeyi, bol bol fotoğraf çekmeyi ve bir sürü yeni dostluk kazanıp dönmeyi istiyorum. Gördüğüm en güzel yere de yerleşip geri kalan yaşamımı orada geçirmeyi istiyorum.

* Otuza üç kalmış olsa da hala çocuk gibi çizgi film izlemeyi seviyorum.

* Aldığım işi sonuna kadar götürüp alnımın akıyla çıkmayı seviyorum. Elime yüzüme bulaştırdığım bir iş olmadığı için de ayrıca seviniyorum.

* Fikirlerini açıkça söyleyen, dobra insanları seviyorum. Onlarla çok daha rahat iletişim kuruyorum.

Photo: I Hate How Much I Love You

Photo: Love / Hate Task

Photo: Smile

Bir Kadını Ağlatmak

Bir erkeğin kadın ruhundan anlaması kavramını hiç çözemedim. (Tüm erkekler için konuşmuyorum tabiki, ender olanlarından bahsediyorum.) Erkek ruhu için yazılmış bir şiire rastlamadım ki, kadın da onların ruhundan anlıyor diyeyim. Bu da sanırım, erkekler tarafından çözülmesi zor olan bir problem, gizemini koruyan bir sır olarak görülmemizden kaynaklanıyor. Peki erkeklerin bir gizemi yok mu ya da kadınlar tarafından karmaşık gelen problemleri? Elbette vardır ama doğuştan öğretilmiş alışkanlıkları değişmez niteliktedir. ...kadın erkeğine bağımlı olmamalı, kendi ayakları üzerinde durmalı, kendi sorumluluğunu kendi üstlenebilmeli (acaba erkek kendisininkileri yerine getirdi mi diye soruyor mu kendine?), kadın paraya düşkün olmamalı her ne kadar işe yarayacak şeyler yapmaya kalksa da (acaba erkek de en az kadın kadar paraya düşkünlüğünü ne zaman kabul edecek? İkisinin "yüzleri ortaya çıkacak" böylelikle). Ama bilirim ki, her ne olursa olsun birbiri olmadan yaşayamaz kadın- erkek. Saygı, sevgi ve aşk; huzur, mutluluk ve özgürlüğü getirecektir. Yeter ki iğneleri yüreklere saplamayalım. Bu konuyla ilgili Aziz Nesin öyle güzel bir yazı yazmış ki, paylaşmadan edemedim. Umarım kadın okuyucularımdan çok erkek okuyucularım bu yazıyı okurlar:)


Bir kadını ağlatmak çok zor degildir aslında.
Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya.
En az erkekler kadar yani!
Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur.
Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa,
ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir....

Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki
ağlatan gözünü bile kırpmadan teker teker
batırır iğneleri yüreğine!
İşte o zaman koca bir yumruk gelir
oturur boğazina kadının yutkunamaz,
nefes alamaz! Çünkü o koca yumruk
canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.

Ağlamayacağım der içinden.
Ama engel olamaz işte;
Çünkü yüreğine, ulaşmıştır birileri
ve iğneleri saplamaktadır.
Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki kadın!
İnce ince süzülür yaşlar gözünden;
önce bir kaç damla, sonra bir yagmur seli...
Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayınkı gidene ağlar kadın!
Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan.
Orada bıraktığı yaradır...
O yaranın asla kapanmayacağını,
kapansa bile izinin kalacağını bilir kadin!
O yüzden ağlar ....
Ama bilir misiniz ağlamak kadınları olgunlaştırır?
Her damla daha çok kadın yapar kadınları.
Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan,
ağlama niye ağliyorsun ki, değmez onun için derler.
Bilmediklerindendir böyle demeleri.
Çünkü yürekleri aciyan kadinlar aglayamazssa,ölürler.
Içindeki zehirdir onlari öldüren!
Aglayarak o zehirden kurtulur kadınlar,
o irini temizlerler yaralarındaki!
Çünkü bilirler temizlenmezse iltihaba dönüsür yaralari...

Dönüşmemesi lazımdır oysa, o yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler.
Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendilerini.
Sapan ruhların dogru yolu bulması da yeni acılar demektir.
Bunu bilir kadinlar; o yüzden eninde sonunda
öğrenirler kendilerine sarılmayı....

Çok aglayan kadinlar,bir çok seyden
vazgeçen kadınlardır aslında..
Her damla olgunlaştırır kadınlari evet ama
olgunlastıkça o safça inandıklari aşk gerçegi
onlarin gözünde küçülür.
Küçüldükçe degerini yitirir ve işte o zaman
kendilerine sarılıp, yeni bir kadin yaratirlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, magrur ve aşka inanmayan....

İnsanlar soruyor çoğu zaman neden
bu kadar çok bekar kadin var diye;
Çünkü o inançlarini yitirdi o kadinlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok igne saplandi ki,
o kadar çok acıdılar ki!
Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar.
O yüzden kendilerine sarılıyorlar....

Çünkü biliyorlar ki
Sarıldıkları adamlar onları hak etmedi;
Hem de hiç bir zaman!
Hep bir çikarları oldu sarıldıkları adamların.
E.... o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa,
bilin ki olgunlaşıyordur...
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır...
Bilin ki, artık sarılacak tek bir doğrusu kalmamıştır....

O'da kim diye sormayın artık.
Çok ağlayan kadınlar eninde sonunda
kendilerine sarılırlar çünkü!

AZİZ NESİN

Foto:crying girl
Foto:don't cry

Hayatı Iskalamak ya da Yakalamak...

Yaşlı insanları seviyorum. Onların yaşadıkları, kişilere bir hayat dersi verir nitelikte. Aşkları, çocuklukları, işleri... Bir ömür nasıl geçer sözüne inat, acısıyla tatlısıyla muhteşem bir ömür geçirdim diyorlar. Çünkü yaşamak güzel, hayatı ıskalamadım diyorlar hep. İçlerinde kalan uhdeleri olmuş, yapmak isteyip de yapamadıkları olmuş, kaçırdıkları olmuş belki ama o hatalara dönüp bakmamayı öğrenmişler. Kaçırdığı fırsatların, yenilerini engellemesine izin vermemişler.

Geçtiğimiz günlerde otobüste 1924 doğumlu, İstanbul eski 16. Noter'i ile tanıştım. Zamanının hızlı delikanları arasında olduğu kesin. Boş durmadım diyor, bir kere sevdim ve aşık oldum ve sevdiğim kadınla 5 evlada sahip oldum. Hatunumun bir dediğini iki etmedim, çünkü kadınları hep sevdim diyor. Hayata elele beraber tutunduk. Hayatın karşısında değil hep, hayata hep paralel gittik diyor. Böylelikle zor anlarımızda bile yaşamımızı kötüleştirmedik diyor. Şimdi dedi, çok sevdiğim hatunum diyalize bağlı. Yaşama ümidinin çok az olduğunu söylüyorlar dedi. Ağlamaya başladı. Ben de başladım ağlamaya. Her şeyin para olmadığını, sağlık ve huzurun çok değerli olduğunu dile getirdi.

İndik otobüsten, kahve içmeyi teklif etti, o kadar içim ısınmıştı ki kabul ettim. Şans oyunlarına düşkünlüğünü anlattı. Benim adıma 25 kağıt oynayacağını söyledi. Çıkarsa alırım yarısını ama dedim. Kahkahalarla güldü. Gülmeyi seviyorum dedi. Şiir yazmayı seviyor. Kitap haline getirecekmiş yakında. Bana Nazım Hikmet'in bir şiirini okudu.

bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna
rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. giden zaten gitmeyi kafasına
koymuştur ve yaptıkların onun dudağında
hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

sen kendini paralarken o her zaman bahaneler
bulmaya hazırdır. hani ağzınla kuş tutsan "bu kuşun kanadı neden beyaz değil?"
diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin..
iki ucu keskin bıçaktır bu işin.

yaptıklarınla değil
yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. bu mahkemede
hafifletici sebepler yoktur.
iyi halin cezanda indirim sağlamaz.

sen, "ama senin için şunu yaptım"
derken o, "şunu yapmadın" diye
cevap verecektir. ve ne söylesen
karşılığında mutlaka başka bir
iddiayla karşılaşacaksındır. üzülme, sen
aşkı yaşanması gerektiği gibi
yaşadın.özledin, içtin, ağladın,
güldün, şarkılar söyledin,
düşündün, şiirler yazdın. "peki o ne yaptı"
deme. herkes kendinden
sorumludur aşkta.
sen aşkını doya doya yaşarken o
kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.
bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu
eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
hayatı ıskalama lüksün yok senin. onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar
yaşasın.

her zamanki gibi yaşayacaksın sen.
"acılara tutunarak" yaşamayı
öğreneli çok oldu. hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey
değil.sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek
kişiye bağlamadın ki....
epeydir eline almadığın kitaplar seni
bekliyor.kitap okurken de mutlu
oluyorsun
unuttun mu? kentin hiç görmediğin
sokaklarında gezip yeni yaşamlara
tanık olmak da keyif verecek sana.yine içeceksin
rakını balığın yanında.

üstelik dilediğin kadar
sarhoş olma özgürlüğü de cabası....
sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
aslolan yürektir. yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip
de duymayanlar acıtsa da içini unutma;
yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. sen
yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın
sevda duygusunu. elbet bitecek güneşe
hasret günler. ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve
minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri
dolduracak yüreğini...

Kahveden sonra tekrar görüşmek üzere sözleşerek ayrıldık. Dedikleri içime çok işlemişti. Hayatı doyasıya yaşadığını ve bunu sevdiği insanla yaptığını söyleyerek, bir şeyleri kaçırmaması önemli bir değer. iki hafta sonra beni aradığında çok sevdiği eşini kaybettiğini söyledi. İyiydi sesi, bu başımıza gelecek elbette dedi, yaşadıklarımızı yad edeceğim. Tekrar şehrimiz olan İstanbul'a göçüyorum dedi. Geçtiğimiz günlerde görüştük. Bana limonata ısmarladı. Eşine yazdığı şiirleri okudu. Bundan sonra da hayat devam ediyor, yaşamaya alıştık dedi.

Huzur doldu içime. 85 yaşında mavi gözlü, yüreği yaşama sevinciyle dolu muhteşem bir arkadaşım var artık. Dedikleri ders niteliğinde olması gerek sanırım. Bazen yaşadıklarıma gülüyorum, hayatta çok daha büyük değerler var. Görmek lazım...

Related Posts with Thumbnails

Ben Şahsen Kendim

İsyanlarım, sevinçlerim ve hiç büyümemiş halimle Ben Şahsen Kendim